"Bir Yazarın Yürekli Kalemi: Victor Hugo"

 


VICTOR HUGO


Victor Hugo, 26 Şubat 1802 yılında Fransa, Besançon'da doğdu. Napolyon'un bir kahraman olduğunu düşünen serbest fikirli bir cumhuriyetçiydi. Annesi 1812'de Napolyon'a karşı komplo kurduğu için idam edilen General Victor Lahorie ile sevgili olduğu düşünülen Katolik bir Kralcıydı.


Victor Hugo'nun çocukluğu ülkede siyasi karmaşıklığın olduğu bir dönemde geçti. Doğumundan iki yıl sonra Napolyon İmparator ilan edilmiş, 18 yaşındayken de Bourbon Monarşisi yeniden tahta geçirilmişti. Victor Hugo'nun ailesinin ters dini ve politik görüşleri Fransa'da egemenlik mücadelesi veren kuvvetleri yansıtıyordu. Hugo'nun babası İspanya'da yenilene kadar orduda yüksek rütbeli bir subaydı.


Babası subay olduğu sürece aile sık sık taşındı ve bu yolculuklar sırasında Hugo pek çok şey öğrendi. Çocukluğunda Napoli'ye giderken geniş Alpler'deki geçitleri ve karlı zirveleri, muhteşem Akdeniz mavisini ve şenlikler yapılan Roma'yı gördü. 5 yaşında olmasına rağmen bu 6 aylık geziyi her zaman aklında tuttu. Aile Napoli'de birkaç ay kalıp doğruca Paris'e döndü.

Hugo'nun annesi Sophie evliliğinin başında kocasına İtalya (Leopold Napoli'ye yakın bir vilayette valiydi) ve İspanya'ya (üç vilayette görev almıştı) kadar eşlik etti. Askeri hayatın getirdiği yorucu yolculuklar ve kocasının inancının zayıflığı nedeniyle ters düşmelerinden dolayı Sophie 1803'te Leopold'dan bir süreliğine ayrılıp üç çocuğuyla Paris'e yerleşti. Bundan sonra Hugo'nun eğitimi ve yetişmesi üzerine eğildi. Bu yüzden Victor Hugo'nun kariyerinin ilk dönemindeki şiir ve kurgu çalışmaları annesinin inancının ve krala bağlılığının yansımasıydı. Ama başını Fransa'daki 1848 Devrimi'nin çektiği olaylar sırasında Katolik Kralcı yanlısı eğitime başkaldırıp Cumhuriyetçiliği ve Özgür düşünceyi desteklemeye başladı.

Gençliğinde aşık oldu ve annesinin isteklerine karşı gelip çocukluk arkadaşı Adèle Foucher (1803–1868) ile gizlice nişanlandı. Annesi ile yakın ilişkisinden dolayı Adèle ile evlenmek için annesinin ölümüne kadar bekledi ve 1822'de evlendi.

Adèle ve Victor Hugo'nun ilk çocuğu Leopold 1823'te doğdu ama doğduktan kısa süre sonra öldü. Sonraki sene kızları 28 Ağustos 1824'te Léopoldine doğdu. Onu 4 Kasım 1826'da doğan Charles, 28 Ekim 1828'de doğan François-Victor, ve 24 Ağustos 1830'da doğan Adèle takip etti.

Victor Hugo'nun en büyük ve en sevdiği kızı Léopoldine, Charles Vacquerie ile evliliğinden kısa süre sonra 19 yaşındayken 1843'te öldü. 4 Eylül 1843'te Seine nehrinde boğuldu. Gemi alabaro olduğundan ağır eteği tarafından dibe doğru çekildi ve kocası Charles Vacquerie de onu kurtarmaya çalışırken öldü. O zaman metresi ile Fransa'nın güneyinde seyahat etmekte olan Hugo kızının ölümünü oturduğu cafede okuduğu bir gazeteden öğrendi. Kızının ölümü Victor Hugo'yu oldukça harap etti.

Sonraları da kızının yaşamı ve ölünmüyle ilgili birçok şiir yazdı. Bir biyografi yazarına göre de bundan asla vazgeçmedi. En ünlü şiiri Demain, dès l'aube kızının mezarına yaptığı bir ziyareti anlatır.

III. Napolyon'un 1851 yılının sonundaki askeri darbesi sebebiyle sürgüne çıktı. Fransa'dan ayrıldıktan sonra, Channel Adaları'na gitmeden önce kısa bir süre Brüksel'de yaşadı. 1852'den 1855'e kadar Jersey'de yaşadı. 1855'te 15 yıl yaşayacağı Guernsey'e taşındı. III. Napolyon 1859'da genel af ilan ettiğinde ülkesine dönme fırsatı elde ettiyse de sürgünde kalmayı tercih etti. Kaybedilen Fransa-Prusya Savaşı'nın sonucu olarak III. Napolyon iktidardan çekilmek zorunda kalınca ülkesine döndü. Paris Kuşatması'ndan sonra hayatının geri kalanını Fransa'da geçirmek için geri dönmeden önce tekrar Guernsey'e taşınıp 1872 ve 1873 arası orada kaldı.

Hugo ilk romanı olan ''Han d'Islande'' evliliğinden bir yıl sonra 1823'te yayımladı. 1826'da da ikinci romanı (Bug-Jargal, 1826) basıldı.

Zamanının çoğu genç yazarı gibi Hugo da, 19. yüzyılda Romantik Akımın ünlü temsilcisi ve Fransa'da edebi alanın önde gelen şahsiyetlerinden olan François-René de Chateaubriand'dan etkilendi. Hatta Hugo gençliğinde Chateaubriand gibi olamayacaksa bir hiç olmaya karar verdi. Hugo'nun hayatı da örnek aldığı kişiyle benzerlikler gösterir. Chateaubriand gibi Hugo da Romantizmin eksikliklerini gidermeye çalıştı, politikaya dahil oldu (genelde bir Cumhuriyet yanlısı olarak) ve siyasi görüşleri nedeniyle sürgün edildi.

Tutkusunu ve belagat yeteneğini ilk dönem eserlerine de yansıtan Hugo bu sayede genç yaşında şöhrete kavuştu. İlk şiir derlemesi Odes et poésies diverses 1822'de Hugo yalnızca 20 yaşındayken yayınlandı ve ona XVIII. Louis tarafından kraliyet maaşı bağlanmasını sağladı. Şiirlerin spontane çoşkusu ve akıcılığı büyük övgü alsa da asıl dört yıl sonra yayınlanan şiir kitabı (Odes et Ballades) Victor Hugo'nun muhteşem bir şair ve kelime kullanma üstadı olduğunu açıkça ortaya koydu.

Victor Hugo'nun kelimenin tam olarak olgun denilebilecek ilk kurgu eseri 1829'da basıldı. Bu eserde Hugo'nun daha sonraki işlerinde de değineceği toplumsal vicdanı keskin bir biçimde inceleniyordu. Le Dernier jour d'un condamné (Bir İdam Mahkumunun Günlüğü) isimli bu roman Albert Camus, Charles Dickens ve Dostoyevski gibi yazarlarda derin bir etki bırakmıştır. Fransa'da idam edilen gerçek bir katilin anlatıldığı kısa öykü Claude Gueux 1834'de basıldı. Bu hikaye bizzat Hugo tarafından sosyal adaletsizlik üzerine başyapıtı Sefiller romanının öncüsü kabul edilir.

Victor Hugo'nun ilk romanı Notre-Dame de Paris (Notre Dame'ın Kamburu) 1831'de basıldığından büyük başarı kazandı ve çabucak Avrupa'daki diğer dillere çevrildi. Eserin etkilerinden biri de Paris şehrini utandırarak romanı okuyan binlerce turistin görmeye geldiği uzun süredir ihmal edilen Notre Dame Katedrali'nin restore edilmesi oldu. Roman ayrıca Rönesans öncesi yapıların da bakıma girmesi konusunda etki etti.

Victor Hugo 1830'ların başında toplumsal sefalet ve adaletsizlik hakkında büyük bir eser üzerine çalışmaya başladı. Ama Sefiller'i tamamlamak tam 17 yıl sürdü ve roman nihayet 1862'de yayınlandı. Hugo romanının kalitesinin kesinlikle farkındaydı ve yayın hakkını da en yüksek teklife verdi. Belçikalı yayınevi Lacroix and Verboeckhoven o zaman için nadir görülen bir pazarlama kampanyasına girişti. Eser hakkındaki basın bültenleri yayından tam altı ay önce sunuldu. Başlangıç olarak romanın ilk bölümü ("Fantine") büyük şehirlerde piyasaya sürüldü. Teslim edilen kitaplar bir saat içinde tükendi ve Fransız halkında büyük etki yarattı.
             


Romana yapılan eleştiriler oldukça düşmancaydı. Hippolyte Taine samimiyetsiz bulmuştu, Barbey d'Aurevilly bayağı olduğundan şikayet ediyordu, Gustav Flaubert'e göre de kitapta ne gerçek vardı ne de cesamet, Goncourtlar yapaylıktan dem vuruyordu, Charles Baudelairegazetede olumlu eleştiriler yazmasına rağmen şahsi olarak "tatsız ve beceriksizce" bulduğunu söylüyordu. Yine de Sefiller vurguladığı sorunların Fransa Ulusal Meclisi'nin gündemine girmesini sağlayacak kadar popüler oldu. Dünya çapında tanınan bir roman oldu ve zaman içinde birçok kere sinemaya, tiyatroya ve sahne gösterilerine uyarlandı.

Tarihin en kısa mektuplaşmasının Hugo ve yayıncısı Hurst and Blackett arasında geçtiği söylenir. Sefiller yayınlandığında Victor Hugo tatildeydi. Kitabın aldığı reaksiyonu merak ederek yayıncısına sadece "?" yazarak bir telgraf gönderdi. Yayıncısı da ona sadece "!" yazarak romanın ne kadar başarılı olduğunu belirtti.

Hugo 1866'da yayınlanan bir sonraki romanı Deniz İşçileri 'nde toplumsal/siyasi sorunlardan bahsetmeye ara verdi. Buna rağmen kitap (belki de önceki romanı Sefiller'in başarısı nedeniyle) ilgiyle karşılandı. Sürgünde 15 yılını geçirdiği Guernsey adasına adadığı bu eserde, insanın denizle mücadelesini ve denizin derinliklerinde saklanan Kalamar hayvanının Paris'te alışılmadık bir şekilde moda oluşunu anlatıyordu. Kalamar yemekleri ve sergilerinden kalamar şapkaları ve partilerine değin Parisliler o zamanlarda pek çok yönden efsanevi olduğu düşünülen bu nadir deniz yaratığının etkisi altına girmişti. Kitabın etkisiyle Guernsey Fransızca'da kalamar anlamında kullanılır oldu.

1869'da basılan bir sonraki romanı Gülen Adam'da (L'Homme Qui Rit) tekrar siyasi ve toplumsal sorunlara döndü. Aristokrasinin eleştirel bir portresinin çizildiği roman önceki eserleri kadar başarılı olamadı ve Hugo kendisini gerçekçi ve natüralist romanlarının ünü kendininkileri aşan Gustave Flaubert ve Emile Zola ile arasındaki farkın açılmaya başlaması konusunda eleştirmeye başladı.

Son romanı Doksan Üç (Quatre-vingt-treize) 1874'te yayınlandı ve Hugo'nun daha önce uzak durduğu bir konu olan Fransız Devrimi'nde meydana gelen Terör Dönemi'ni ele alıyordu. Kitap yayınlandığı zaman Victor Hugo'nun itibarının zedelese de şimdilerde daha fazla bilinen eserleri kadar değerli olduğu düşünülür.

Üç başarısız girişimden sonra nihayet 1841'de Fransız Akademisi'ne seçilebildi. Bir grup Fransız akademisyen, özellikle de Etienne de Jouy, "Romantik Devrime" karşı mücadele ediyordu. Hugo'nun akademiye seçilmesini de geciktirmişlerdi. Hugo daha sonra giderek Fransız siyasetinin içine daha fazla girmeye başladı.

1841'de Kral Louis-Philippe tarafından asilzadeliğe yükseltildi. Ölüm cezası ve toplumsal adaletsizliğe karşı çıkıp Polonya'nın bağımsızlığını ve basın özgürlüğünü savunacağı Soylular Meclisi'ne girdi. Cumhuriyetçi hükümetin destekçisi olup, 1848 Devrimleri ve İkinci Cumhuriyetin kuruluşunu takiben Anayasa Meclisi ve Yasama Meclisi'ne seçildi.

Louis-Napolyon (III. Napolyon) 1851'de askeri darbe yapıp gücü ele geçirince anti-parlamenter bir anayasayı yürürlüğe koydu. Bunun üzerine Hugo da onu vatana ihanetle suçladı. Önce Brüksel'e ardından Kraliçe Victoria'yı eleştiren bir gazeteyi savunduğu için sınır dışı edildiği Jersey'e, son olarak da 1855 Ekim'inden 1870'e kadar kalacağı Guernsey'in başkenti Saint Peter Port'a ailesi ile birlikte taşındı.

Sürgündeyken III. Napolyon'a karşı Napoléon le Petit ve Histoire d'un crime adlı ünlü hicivlerini yayınladı. Hicivler Fransa'da yasaklandı ama buna rağmen etkileri büyük oldu. Guernsey'de sürgünde olduğu sırada aralarında Sefiller'in de olduğu en iyi romanlarını ve oldukça beğenilen üç şiir kitabını (Les Châtiments, 1853; Les Contemplations, 1856; ve La Légende des siècles, 1859) yayınladı.

İngiliz hükümetini terörist faaliyetlerden hüküm giymiş altı İrlandalıyı bağışlama konusunda ikna etti. Bu hareketiyle ölüm cezasının Cenova, Portekiz ve Kolombiya anayasalarından çıkarılmasına katkıda bulundu. Ayrıca Benito Juárez'e I. Maximiliam'ı bağışlaması için ikna etmeye çalışsa da başarılı olamadı. Ayrıca arşivinden çıkan bir mektupta ABD'ye gelecekteki itibarının zedelenmemesi için John Brown'ın hayatının bağışlanması gerektiğini yazdıysa da, mektup Brown infaz edikten sonra yerine ulaşabildi.

III. Napolyon 1859'da bütün siyasi sürgünler için genel af ilan etse de, Hugo bunun hükümete karşı eleştirilerinde daha yumuşak olmasına sebebiyet vereceğini düşünerek dönmeyi reddetti. III. Napolyon düşüp Üçüncü Cumhuriyet ilan edildiğinde nihayet 1870'te vatanına döndü ve çabucak Ulusal Meclise seçildi.

1870'te şehrin Prusya tarafından kuşatıldığı sırada Paris'teydi. Halka yemeleri için Paris hayvanat bahçesindeki hayvanlar veriliyordu. Kuşatma uzadıkça yemekler de azalıyordu. Hugo günlüğünde bilmediği şeyleri yemek zorunda kaldığını yazıyordu.

Sanatçıların hakları ve telif hakkı hakkında duyduğu endişe sebebiyle Uluslararası Edebiyat ve Sanat Derneği'ni kurdu. Bu dernek Edebi ve sanatsal eserlerin korunmasına dair Bern Konvansiyonu'nun da önünü açtı. Yine de Pauvert tarafından yayınlanan arşivlerinde "Her sanatta iki yaratıcı vardır; karışık duyguların sahibi insanlar ve bu duyguları tercüme eden sanatçılar, ve böylece insanlar sanatçıların kendi duygularına bakış açılarını takdir ederler. Yaratıcılardan biri öldüğünde verilen imtiyazlar diğerine geri dönmeli, yani halka" şeklinde görüşünü açıklıyordu.

1870'te Paris'e döndüğünde Hugo halk tarafından ulusal bir kahraman olarak selamlandı. Popüleritesine rağmen 1872'de Ulusal Meclise giremedi. Kısa bir zaman zarfı içerisinde hafif bir felç geçirdi, kızı Adèle akıl hastanesine kapatıldı (hayat hikayesi(The Story of Adele H. filmine ilham kaynağı oldu) ve iki oğlu öldü. Karısı Adèle de 1868'de ölmüştü.

Kendi ölümünden iki yıl önce 1863'te sadık metresi Juliette Drouet öldü. Kişisel kayıplarına rağmen yine de siyasetin içinde yer aldı. Yeni oluşturulan senatoya 30 Ocak 1876'da seçildi. Siyasi kariyerinin son demleri başarısızlıklarına sahne oldu. Partisiyle pek uyumsuzdu ve kısa sürede senatodan ayrıldı.

27 Haziran 1878'de hafif bir felç geçirdi. Şubat 1881'de 79. doğumgününü kutladı. Sekseninci yaşı için kutlamalar yapıldı. Kutlamalar Şubatın 25'inde Hugo'ya bir Sèvres vazosu hediye edilmesiyle başladı. Ayın 27'sinde ise Fransa tarihnin en büyük geçit törenlerinden biri yapıldı.

Gösteriler yaşadığı yer Avenue d'Eylau'dan başlayıp Paris'in merkezine kadar yayıldı. Geçit törenindeki yürüyüşçüler evinin penceresinde oturan Hugo'nun onuruna altı saat yürüdü. Törendeki her santim ve detay Hugo içindi; resmi rehberler bile Sefiller'deki Fantine'nin şarkısına bir gönderme olarak peygamber çiçeği takmışlardı. Ayın 27'sine gelindiğinde Avenue d'Eylau'nun adı Avenue Victor-Hugo olarak değiştirildi. Yazara gönderilen mektuplarda bile artık « Bay Victor Hugo'ya, Onun Paris'teki caddesine » şeklinde adres belirtiliyordu.

Victor Hugo 22 Mayıs 1885 tarihinde zatürreden dolayı Paris'te öldü. 


Ülkeye bir yas havası hakim oldu. O sadece saygı duyulan önemli bir edebi figür değil aynı zamanda Fransa'da Üçüncü Cumhuriyet'e ve demokrasiye yön veren bir devlet adamıydı. Zafer Takı'ndan gömüleceği Panthéon'e kadar götürüldüğü Paris'teki cenaze törenine iki milyondan fazla insan katıldı. Hugo, Panthéon'da Alexandre Dumas ve Emile Zola gibi önemli yazarlarla aynı yerde yatıyor. Fransa'da pek çok büyük yere onun adı verildi.

Victor Hugo ölmeden önce arkasında son sözleri olarak yayınlanacak beş cümle bıraktı;

"Fakirlere 50.000 frank bırakıyorum. Mezarlığa onlara mahsus cenaze aracı ile nakledilmek istiyorum. Hiçbir kilisenin benim için ayin yapmasını istemiyorum. Bütün ruhlardan benim için dua etmelerini rica ediyorum. Tanrıya inanıyorum."


Victor Hugo'nun Eserleri;

Şiir:

  • Doğulular
  • Cezalar
  • Dalıp Gitmeler
  • Müthiş Fil
  • Dede Olma Sanatı
  • Bu Çiçek Senin İçin
  • Diana
  • Dilenci
  • Fransa
  • Kadına Sitem
  • Gelin Böceği
  • Ağlamak İçin Gözden Yaş mı Akmalı
  • Sonbahar Yaprakları
  • Asırların Efsanesi
  • Söylesem Söyleyebilsem Ah Derdimi
  • Aşk Dilencisi
  • Aşkımın Aşkı

Tiyatro

  • Lucreca Borgia
  • Ruy Blas
  • Burgrave'lar
  • Hernani
  • Kral Eğleniyor
  • Mary Tudor

Roman

  • Notre Dame'ın Kamburu (1831, 1958)
  • Sefiller (1862, 1930)
  • İdam Mahkumunun Son Günü (1829, 1972)
  • Deniz İşçileri (1866, 1970)
  • İzlanda Hanı
  • 15 Yaşındaki Bir Kaptan
  • İhtiyar Balıkçı
  • Nişanlıya Mektuplar

Politika:

  • Doksan Üç İhtilali (1874, 1962) - 1973 Devrimi (1967) - Doksan Üç (1985)

"GEORGE ORWELL- Hayvan Çiftliği Kitap İncelemesi"

 


George Orwell’ın yazmış olduğu “Hayvan Çiftliği” dünya edebiyatında eleştiri türünün en başarılı yapıtlarından birisidir. Kitabını sade bir dille yazan George Orwell, masalsı bir anlatım sergilemiştir. Kitabın alt başlığı da “Bir Peri Masalı” olarak geçmektedir. Fakat, Orwell masalsı ögeleri kullanmak yerine gerçek olaylardan yola çıkmış ve eleştiri türüne farklı bir boyut kazandırmıştır. 1945 yılında ilk basımı yapılan kitap, 1940’lardaki sosyalizmi ele almaktadır. 

Orwell’ın, kitap kahramanlarını insan olarak değil de hayvan olarak kullanması kitabın daha çok dikkat çekmesini sağlamıştır. Her bir hayvan karakteri aslında her bir insan tiplemesinin örneğidir. Orwell, insan tiplemelerini hayvanlara o kadar iyi uyarlamıştır ki, kitabın sonunda hayvanlar ve insanlar birbirlerinden ayırt edilemez hale gelmiştir. Belki de hayvanlar ve insanlar arasında hiçbir fark yoktur. Önemli olan gücü elinde bulunduran kişinin izlediği yoldur.

Orwell, Stalin yönetimindeki Sovyetler Birliği’ni eleştiren ve sosyalizmin pratikteki ve uygulamadaki farkı ustaca dile getirmiştir. Kitapta hayvanlar “Eşitlik” kavramını kendilerine yol olarak belirleseler de, eşitlikten yoksun bir hayat sürmüşlerdir. İktidarda olma isteği, farklı insan tipleri eşitliğe engel oluşturmuştur. Orwell, sistemin ve karakterlerin adını vermeden keskin bir anlatımla kolayca okuyucuya bu tipleri yansıtmayı başarmıştır.

Bir gün çiftlik çalışanlarının hayvanları beslemeyi unutması, hayvanların kapıyı kırarak yemek yemeye başlaması, bunun üzerine Mr. Jones ve çalışanlarının hayvanları kırbaçlamaya başlamasıyla beklenen gün gelmiştir. Plansız bir şekilde hayvanlar sahiplerine karşı ayaklanmaya başlarlar. 

Hayvanların galibiyetiyle sonuçlanan bu isyan sonucunda insanlar çiftlikten atılır ve çiftliğin adı “Hayvan Çiftliği” olarak değiştirilir. 

Bu çiftlikte yaşayan hayvanların kendilerini sömüren insanlara karşı başkaldırıp çiftliğin yönetimini ele geçirirken amaçları daha eşitlikçi bir toplum oluşturmaktır. Aralarında en akıllıları olduğu düşünülen domuzlardan önder bir grup oluşturulur. Devrimi gerçekleştiren hayvanlar oldukları gibi yolundan saptıracak olan da yine onlar olacaktır. Domuzlardan iki tanesi diğerleri arasında dikkat çekmektedir: Snowball ve Napoleon. İktidara geçmek için mücadele eden bu iki domuzu Sovyet Devriminin liderlerinden Stalin ve Troçki’yle özdeşleştirmek mümkündür. Çiftlik için hayvanlar 7 temel ilke oluştururlar. Bunlar;


  • İki ayak üzerinden yürüyen herkesi düşman göreceksin.
  • Dört ayaküstünde yürüyen ya da kanatları olan herkesi dost bileceksin.
  • Hiçbir hayvan giysi giymeyecek.
  • Hiçbir hayvan yatakta yatmayacak.
  • Hiçbir hayvan içki içmeyecek.
  • Hiçbir hayvan başka bir hayvanı öldürmeyecek.
  • Bütün hayvanlar eşittir.

Kendini yönetenleri sorgulamayan, özgürlüklerini savunamayan, kendi gücünden habersiz yaşayanların özetle aklını kullanamayan hiçbir varlığın özgürlüğünün bir değeri yoktur. 

Özetle; Kitabı gerçekten çok beğendim. Özellikle günümüzdeki medyayı temsil eden karakter domuz Squelar'ın şu sözleri bana çok tanıdık geldi.

"Biz domuzlar düşün emekçisiyiz. Bu çiftliğin tüm yönetim ve düzeninden biz sorumluyuz. Gecemizi gündüzümüze katarak sizin için çalışıyoruz. Bu sütleri sizin uğruna içiyor, bu elmaları sizin uğrunuza yiyoruz. Biz domuzlar görevimizi yeterince yerine getiremezsek ne olur biliyor musunuz? Jones geri gelir. Aranızda jones'ın geri gelmesini isteyen tek bir hayvan yoktur sanırım.”

Mutlaka okunması gereken hiciv dolu bir kitap.
George Orwell - Hayvan Çiftliği
Son Sayfa

"ŞİRO HAMAO - Şeytanın Çırağı Kitap İncelemesi"


Shiro Hamao
Shiro Hamao,  
Şeytanın Çırağı
 Şeytanın Çırağı
iki kısa romanda iki farklı cinayet anlatılmakta. 

Birinci cinayette;

"Şeytanın çırağı" kendini ölümünden sorumlu tutulduğu kadın için eski bir tanıdığına yazdığı mektup ve olayları anlatması ile geçiyor.
İkinci cinayette;
“Onları Öldürdü mü?” isimli kısa roman ise genç bir avukatın herkesçe kabul gören cinayetin üstüne farklı bakış açıları ile ele alması ile oraya çıkan gerçekleri konu edinmekte. “Onları Öldürdü mü?” beni oldukça etkiledi ve hüzünlü bir şekilde bitti. Beklenenden daha farklı bir sonu olması, romanı daha çekici kılmakta.

Arka Kapaktan Alıntı: "Sayın Savcı Tsuchida, bir katil zanlısı olarak burada tutuluyorum. Fakat belki de aslında katil ben değilim. Evet. Belki. Böyle söylemek zorunda kaldığım için üzgünüm.”
Polisiye romanlarına başlamak istiyorsanız ve başlangıç niteliğinde bir eser arıyorsanız, Şeytanın Çırağı'nı mutlaka okumalısınız.

"GEORGE ORWELL - 1984 Kitap İncelemesi"




1984, George Orwell'ın distopik bir toplum tasviri olan klasik eseridir. Kitap, Totaliter bir rejimin hakim olduğu Okyanusya adlı bir ülkede geçmektedir.

Okyanusya’da dört bakanlık kurulmuştur: Barış Bakanlığı savaşın, Gerçek Bakanlığı yalanların, Sevgi Bakanlığı işkencenin, Varlık Bakanlığı yokluğun bakanlığıdır.

Barış Bakanlığı, “Savaş barıştır” prensibiyle bir muhalefet durumunda, kitleleri susturmak ve toplum düzenini sağlamak için bir savaş çıkartmaktadır.

Gerçek Bakanlığı, “Bugünü kontrol etmenin yolu tarihi kontrol etmekten geçer” prensibiyle gerçekler saptırılarak tarih yeniden yazılmaktır. Gazete haberleri liderin istediği söylemde değiştirilmektedir. Bellekler zayıflatılınca, içinde bulunduğumuz an daha önemli olur. Sevgi Bakanlığının işi, nefret üretmektir. Ülkede sevilmesi gereken tek bir kişi vardır: Büyük Birader. Toplum birbirinden nefret etmelidir.

Varlık bakanlığı insanların azla yetinmesini sağlayan bakanlıktır.

Ana karakterimiz Winston Smith, bu rejimin bir memuru olarak hayatını sürdürmektedir.

Ancak, otoritenin sınırlarına meydan okumak ve özgürlüğe olan özlemi, onu devrimci bir tutuma sürükler.

Roman, Orwell'ın kendine özgü dil ve üslubu ile yazılmıştır. Kitapta yer alan kavramlar, çoğu zaman Orwell'ın yaratıcı düş gücünden kaynaklanır. Olay örgüsü ilerledikçe, okuyucular için kafa karıştırıcı hale gelebilen birçok politik ve felsefi kavram ortaya çıkar.

Orwell'ın karanlık ve baskıcı toplum portresi, günümüz dünyasında da hala etkisini göstermektedir. 1984, özellikle totalitarizmin yükselişinin yaşandığı dönemlerde popüler bir kitap olmuştur. Roman, insanların özgürlüklerine olan bağlılıklarının ve toplumsal düzenin sorgulanmasının önemini vurgulamaktadır.

Kitapta yer alan karakterler, okuyucuların üzerinde derin bir etki bırakır. Winston Smith, baskıcı rejimden kaçma arzusu ile okuyucuların ilgisini çeker. Julia ise Winston'a aşkı ve tutkusu ile destek olur. Otoritenin yüzü olan Büyük Birader, kitapta belirsiz bir figür olarak varlığını sürdürür.

Kitapta bahsedilen kontrol mekanizmaları günümüzde gerçekleşti. Gelişen teknoloji yüzünden cep telefonları aracılığıyla kişiler izlenip dinlenebiliyor. Ayrıca Tweeter, Facebook, Instagram, imzalanan kampanyalar, ve mobeseler vasıtasıyla gözetlendiğini bilen toplumun hipnoz edilmesine sebep oluyor.

Yine gerçekleşmekte olan başka bir durum:

Günümüzde telefon mesajlaşmalarında kelimelerin kısaltılması. Bu kısaltmalar devam ederse, düşünceler de sonuç ve an odaklı olacak ve zamanla duygular da yok olacaktır.

"FYODOR DOSTOYEVSKİ - Kumarbaz Kitap İncelemesi"


 

Roman, Rusya'nın batısındaki bir küçük kasabada geçmektedir. Burada yaşayan Rus asilzadelerinden olan General Zagorianski'nin ailesi, kumar tutkusu yüzünden zor durumdadır. General'in üvey kızı Polina, kendisi için çalışan Alexey Ivanovich adlı genç öğretmene aşık olur ve onu kumar oynamaya teşvik eder. Bu oyun, genç öğretmenin hayatını altüst eder ve yavaş yavaş kendisini kumarın tutsağı haline getirir.

Dostoyevski, kumar bağımlılığının insan psikolojisi üzerindeki etkilerini oldukça ustaca işlemiştir.

Romanın başkahramanı Alexey Ivanovich, kumarın verdiği heyecanla kendini kaybeder ve maddi açıdan zor duruma düşer. Bunun yanı sıra, kumarın insanın karakterini nasıl değiştirebileceği de romanın önemli bir temasıdır. Roman, insanın kendi içindeki güçlü arzuların ve tutkuların, aklını ve vicdanını nasıl ele geçirebileceğini de ele almaktadır.

Dostoyevski'nin dili oldukça akıcı ve okuyucuyu içine çeken bir tarzda yazılmıştır. Romanın karakterleri de oldukça gerçekçi ve detaylı bir şekilde ele alınmıştır.

Özellikle Polina, Alexey ve General gibi karakterlerin arasındaki dinamikler, okuyucuyu eserin içine çekmeyi başarır.

Sonuç olarak, "Kumarbaz" kumar bağımlılığına dair gerçekçi bir portre çizen, insan psikolojisi üzerine önemli mesajlar içeren bir başyapıttır. Dostoyevski'nin dilinin akıcılığı ve karakterlerinin gerçekçiliği, okuyucuyu etkilemeyi başarır.

Eğer Dostoyevski'nin diğer eserlerini de seviyorsanız, "Kumarbaz" da kesinlikle okumaya değer bir kitaptır.

"ALEXANDRE DUMAS - Monte Cristo Kontu Kitap İncelemesi"


Monte Cristo Kontu (2 Cilt Takım)
Monte Cristo Kontu bence hayatta adaletsizlikle karşılaşan herkesin hikayesine ilham verebilecek klasik bir şaheserdir.

Romanın merkezinde, genç bir adam olan Edmond Dantès'in trajik hikayesi yer alıyor. Edmond, başarılı bir denizci olarak hayatını idame ettirirken, bir takım yanlış anlamalar ve entrikalar sonucu haksız yere hapse atılıyor. Adaletin yerini bulması için tam 14 yıl boyunca mücadele ediyor. Bu dönemde, bir yandan hapsedildiği ada hapishanesin de acımasız koşullara maruz kalırken, diğer yandan da eski hayatını geride bırakmak zorunda kalıyor.


Ancak, Edmond'un hayatı, bir gün karşısına çıkan esrarengiz bir mahkumla tanışmasıyla değişir. Bu mahkum, Edmond'a unutulmaz bir hazine haritası verir ve Edmond, bu hazineyi bulup zenginleşerek intikamını almaya karar verir. Monte Cristo Kontu olarak yeniden ortaya çıkan Edmond, entrikalar ve yalanlarla dolu bir dünyada hareket ederken, karşısına çıkan herkesi birer birer alt eder.

Alexandre Dumas
Alexandre Dumas , kitapta sadece bir klasik romanın ötesinde bir dünya oluşturuyormuyor. Okurken insanı 19. yüzyıl Fransa'sının zengin kültürel ve sosyal atmosferine götürüyor. İnsanların arasındaki entrikalar, zenginlerin sosyal ayrıcalıkları ve fakirlerin güçsüzlüğü, her bir karakterin benzersiz hikayesiyle harmanlanıyor. Sanki
Monte Cristo Kontu (2 Cilt Takım)
Monte Cristo Kontu
bir kitap gibi değil de, insan doğasının karmaşıklığını anlatan bir ders gibiydi! Not: Kitapta özellikle Napoleon di Buonaparte ile ilişkili bir çok bölüm var. Eğer
Lev Tolstoy
Lev Tolstoy' dan
Savaş ve Barış (2 Cilt Takım)
Savaş ve Barış kitabını okuduysanız; olayları o tarihe giderek daha net özümseyeceğinizi düşünüyorum. İlginç bir şekilde,
Monte Cristo Kontu (2 Cilt Takım)
Monte Cristo Kontu ve
Savaş ve Barış (2 Cilt Takım)
Savaş ve Barış
kitaplarının bağlantılı olduğu hissi uyandı ben de.
Alexandre Dumas
Alexandre Dumas'ın hiç bir karakterin hikayesini atlamaması ve anlattığı her şeyin mutlaka olay örgüsüyle uzaktan veya yakından alakadar olması, - Kitapta yer alan karakterlerin hepsi farklı arka planlara, hedeflere ve çıkarlara sahip - ben de büyük bir hayranlık uyandırdı. Uzun soluklu bir kitap olmasına rağmen, her bir bölümün de daha anlaşılır olması, insanı içine çeken bir atmosfer oluşturmasına neden oluyor. Özellikle de intikam için kullanacağı tüm karakterlerin hikayelerini gizli gizli öğrenmesi ve onların kendi hikayelerini kullanarak intikamını tamamlaması da neydi öyle? Başyapıt! Başyapıt! Başyapıt! Bütün bu nedenlerle, her bir kitap tutkunu veya okumayı seven herkesin bu başyapıtı okumasını tavsiye ederim.

"STEFAN ZWEİG - Yakıcı Sır Kitap İncelemesi"


 

Stefan Zweig'in "Yakıcı Sır" kitabı, insan psikolojisine dair derinlemesine bir bakış sunar. Kitap, hayatları bir sırrın çözülmesi sonrasında değişen bir anne-oğul ilişkisi üzerinden ilerler.

Ana karakterimiz, oğul, annesinin eşini aldattığını öğrenir ve yaşadığı şok ve hayal kırıklığıyla yüzleşmek zorunda kalır. Bu durum, onun kendini değersiz hissetmesine ve annesi hakkındaki duygularında büyük bir değişim yaratır.

Zweig, oğulun iç dünyasına girmemi çok hızlı sağladı ve okurken onun yaşadığı zihinsel çalkantıları, kafa karışıklıklarını ve içsel sorgulamalarını anlamama büyük oranda olanak tanıdı. Oğul, annesinin eşini aldattığını öğrendiğinde, kendini çaresiz ve hayatındaki temel değerleri sorgularken. Bu durum bence, Zweig'in insan doğasındaki zayıflıklar ve sırların açığa çıkması, sonrasında ortaya çıkan sonuçları ustalıkla ele almasıyla ne kadar araştırmacı bir yazar olduğunu bir kez daha kanıtladı bana.

"Yakıcı Sır", Zweig'in öykü anlatma becerilerinin en iyi örneklerinden biri olmasının yanında; Yazarın dili, okurken karakterlerin düşüncelerine, hislerine ve davranışlarına yakından bir bakış atmaya yönlendirir. Kitap, sıradan insanların yaşadığı sırların ortaya çıkması sonrasında hayatlarındaki değişimleri ve sonuçları ele alarak, insan doğasına dair önemli bir perspektif sunar.

Oğulun annesi hakkındaki görüşleri, sorgulamaları ve sonrasındaki değişen davranışları, kısacık bir kitap olmasına rağmen okurken insana bir hayli işliyor.

Sonuç olarak, "Yakıcı Sır" insan doğasının karmaşıklığına dair derinlemesine bir bakış sunan bir edebi eserdir ve bence bu kitap, Zweig'in insan psikolojisi ve edebiyat konusundaki ustalığını kanıtlayan bir başyapıttır.

"FYODOR DOSTOYEVSKİ - Suç ve Ceza Kitap İncelemesi"

 



Önce Karakterleri tanıyalım;

Rodion Romanoviç Raskolnikov


Romanın baş kahramanı Raskolnikov, ortadan biraz uzunca boylu, esmer tenli, ince ve biçimli bir vücuda ve kara gözlere sahip, yakışıklı bir karakterdir. Kendine özgü düşünceleri olan Raskolnikov, Petersburg’da beş katlı bir apartmanın çatı katında, küçük bir dolabı andıran odada yaşamaktadır. Annesinin emekli aylığından gönderdiği parayla ve arkadaşı Razumihin‘in sağladığı çeviri işleriyle geçimini sürdürmektedir. Hukuk öğrencisi olan Raskolnikov ekonomik sıkıntılardan ötürü bir süre önce okulu bırakmak zorunda kalmıştır. Karakterde dikkat çeken bir diğer özellik ise iki farklı kişiliğe sahip olmasıdır. Bazen çok merhametli ve yardım severken bazense acımasız ve ürkütücü olabiliyor.


Alyona İvanovna


Altmış yaşlarında ve varlıklı olan Alyona İvanovna geçimini tefecilikle sağlamaktadır. Üvey kardeşi Lizaveta İvanovna ile birlikte yaşamaktadır. Vasiyetinde tüm servetini bir manastıra bırakmak isterken, kız kardeşi Lizavetaya bir şey bırakmak istemiyor.

Lizaveta İvanovna


35 yaşlarında, oldukça uzun boylu, biçimsiz bir vücuda sahiptir. Sürekli kendisine dayak atan ablası Alyona İvanovna ile birlikte yaşamaktadır. Dikiş dikerek ve temizliğe giderek para kazanan Lizaveta, kazancının hepsini ablasına vermektedir. Dinine düşkün bir kadındır.

Marmeladov


Elli yaşını geçkin olan Marmeladov dokuzuncu dereceden bir memurdur. Orta boylu, tıknaz, saçları kırlaşmış ve ortası dökülmüş olmasına rağmen bakışlarında heyecan ve zeka parıltıları vardır. Alkole oldukça düşkündür. Karısının ölümü üzerine kızı Sonya 14 yaşındayken, Katerina İvanovna ile evleniyor.

Katerina İvanovna


Yüksek rütbeli bir subayın iyi eğitim görmüş kızı olan Katerina İvanovna, otuz yaşlarında gösteren, uzun boylu, endamlı, koyu kumral saçlara sahiptir. Veremden dolayı oldukça zayıftır ve yine veremden dolayı aklını kaçırmak üzeredir. Piyade subayı kocasının ölümü üzerine üç küçük yetimle bir başına kalmış bu kadın, Marmeladov ile evlenmek zorunda kalmıştır.


Sonya Semyonovna


18 yaşlarında, kısa boylu, zayıf ve sevimli bir kızdır. Sarı saçları ve mavi gözleri ilgi çekicidir. Zar zor geçim sağlamakta olan babası Marmeladov ve üvey annesi Katerina İvanovna ile birlikte yaşamaktadır. Veremli üvey annesinin şiddetine ve iğnelemelerine maruz kalan Sonya, evi geçindirebilmek, üç küçük çocuğa bakabilmek için komşuları aracılığıyla fahişeliğe başlar. Fakat bu fahişelik tamamen bedenseldir, ruhu hala temiz ve günahsızdır.

Pulheriya Aleksandrovna


Raskolnikov‘un annesi olan Pulheriya Aleksandrovna, 43 yaşında olmasına rağmen güzel yüzü sayesinde daha genç göstermektedir. Saçları ağarmış ve seyrekleşmeye başlamıştır. Yaşlılık belirtisi olarak gözlerinin çevresinde kırışıklıklar oluşmuş ve yanakları çökmüştür. İlk göz ağrısı Raskolnikov‘a, kızı Dunya‘ya oranla daha düşkündür. Raskolnikov için büyük umutlar beslemektedir.


Avdotya Romanovna


Suç ve Ceza genellikle Dunya olarak geçen Avdotya RomanovnaRaskolnikov‘un kız kardeşidir. Uzun boyu ve kara gözleriyle Raskolnikov‘un kopyasıdır. Dış görünüşüyle kendine güvendiği belli olan Dunya oldukça güzel ve ilgi çekicidir. Svidrigaylov ve karısı Marfa‘nın evinde mürebbiye olarak çalışmaktadır. Kardeşini çok sever ve Raskolnikov için kendisini feda etmeye hazırdır.

Svidrigaylov


Elli yaşlarında, ortadan biraz uzun boylu, iri yarı ve geniş omuzludur. Tek tük akları olan açık sarı saçları ve oldukça gür sakalı kendisini daha genç göstermektedir. Gözleri mavi renkte, bakışları soğuktur. Kumar borcunu kapatması üzerine karısı Marfa Petrovna ile evlenir ve köyde yaşarlar. Gençliğinde kumara ve kadınlara düşkün olan Svidrigaylov, sır dolu bir kişiliktir. Sonya‘ya aşık ve onun için her şeyi göze alabilir.

Pyotr Petroviç Lujin


45 yaşında olan Lujin bakımlı yüzü sayesinde daha genç göstermektedir. 7. dereceden devlet memurudur ve giyimine fazlaca dikkat etmektedir. Koyu renk favorilere, pek az kırlaşmış saçlara, havalı ve itici bir yüze sahiptir. Uzaktan akrabası Marfa Petrovna‘nın tanıştırması üzerine Dunya ile evlenmeyi düşünmektedir. Gelecekte avukatlık bürosu açmayı ve kendi çıkarlarını gözeterek genç nesille dost olmaya çabalamaktadır.

Razumihin


Raskolnikov‘un arkadaşı olan Razumihin dış görünüşü ile dikkat çekici, uzun boylu, zayıf, kapkara saçlı bir delikanlıdır. Neşeli ve saf olmasının yanı sıra oldukça akıllıdır.

Porfiri Petroviç


Sorgu yargıcı olan Porfiri PetroviçRazumihin‘in akrabasıdır. 35 yaşlarında, ortadan biraz kısa boylu, tıknaz ve göbeklidir. Çok kısa kesilmiş saçlara, kocaman ve yuvarlak bir kafaya ve beyaz kirpiklere sahiptir. Bakışlarında canlılık ve alay vardır. Mesleği itibariyle oldukça kuşkucudur.



Fyodor Dostoyevski - Suç ve Ceza
Sayfa-182

Kitap Özeti;

Dört aydır evin kirasını verememişti. Evin sahibi onu mahkemeye verecekti. Uzun süreden beri hasta olmasına rağmen yaşlı Teteri kadının evine gidebilirdi. Daha önceki yüksüğe 1.5 Ruble veren kadın yeni getirdiği saate baktı ve “1.5 Ruble” dedi. Raskonikov kabul etmek zorundaydı çünkü kata çıkana kadar kimseyle karşılaşmamıştı. Yaşlı kadın, kız kardeşi ile beraber kalıyordu evde. Çok zengin olmasına rağmen, kız kardeşi hiç miras bırakmayacaktı. Kız kardeşini çoğu zaman döver, onun her işini takip etmesi gerektiğini düşünürdü.

Raskolnikov 1.5 Rubleyi aldı ve dışarı çıkıp bir meyhaneye gitti. Marmeladov yan masada oturuyor olmasına rağmen taşınıp sohbet etmekten kendini almamıştı. Marmeladov eşini çok seviyordu ve üç çocuğunu da; ama çok içyordu. O kadar ki ailenin geçimi için Sonya fahişelik yapmak zorunda kalmıştı. “Ne kadar fedakar bir kız bu Sonya” diye düşünmekten kendini almamıştı. Raskolnikov Marmeladov ‘un evine gittiklerinde eşi haykırışla onları yumruklamaya başladı. Hep içiyordu ve evdeki 20 Rubleyi götürüp içkiye vermişti. Marmeladov Raskolnikov cebindeki 50 Kapik’i oraya bırakarak uzaklaştı. Eve geldi, yorgundu. Nastasya bir mektup getirdi. Raskolnikov heyecanla okumaya başladı mektubu. Annesinden gelmişti mektup. Annesi kız kardeşi Dunya’dan bahsediyordu. Dunya, Luzhin adında çift memurluğu olan 45 yaşındaki biriyle evlenecekti. Hem Luzhin onların eşyalarıyla beraber Petersbur’ga gelmesi için yardım edecek, gelmelerini sağlayacaktı. Annesi, 60 mil ötedeki tren yoluna gitmek için bir araba ayarladığını, trende ise 3 ncü sınıfta güzel bir yolculuk yaptıktan sonra Petersburg’a gideceklerini ve onu çok özlediğini yazıyordu.

Raskolnikov “Bu evlilik olmayacak” diye düşündü. Dışarı çıktı ve birkaç saat dolaştıktan sonra yorgun düşüp bir yerde uyukladı. Kötü bir rüya gördükten sonra uyandı. Eve gitti. Saat 7’ye yaklaşıyordu. Saat uygundu. Aşağıdaki baltayı alacak kimseye gözükmeden yaşlı tefeci kadının evine gitti. İçeri girerken onu kimse görmemişti. 2 nci katta boya yapan adamlarda onu yukarı çıkarken görmemişlerdi.

Tefeci kadının evine girdi ve ona bir kültablası uzattı. Kadın kültablasına bakarken baltayı kafasına indirmişti. Kadının ölü bedeni yerde yatıyordu. İçeri daldı ve dolaptan sadece rehin verilmiş, birkaç parça altını cebine aldı. Yaşlı kadının kız kardeşiyle içeride karşılaştı. Kızın şaşkın bakışları altında baltayla onu da öldürdü. Doğrusu bir kişinin toplumdaki binlerce kişinin refahı ve mutluluğu için ölmesinin bir zararı yoktu. Üstelik bu tefeci kadın çok kötü biriydi. Kapıda birkaç kişi kapıyı vuruyorlardı. Hiç evden çıkmayan tefeci kadının, çıkacağı tutmuştu. Raskolnikov titriyor, dışarı çıkıp her şeyi itiraf etmek istiyordu ama yapmadı. Dışardakilerden biri kapının içeriden sürgülü olduğunu fark etti. Yaşlı kadına bir şey olduğunun farkına vardılar. İki kişi Kapıcıyı çağırmak için aşağı indi. Bu kaçmak için tam fırsattı, Raskolnikov kapıyı açtı, hızla merdivenlerden inmeye başladı, aşağıdan gürültü gelmeye başlayınca Raskolnikov boyacıların dairesinin kapısının arkasına saklandı ve kapıcı ile üç adam yukarı çıkınca o da dışarı çıkıp değişik bir yoldan eve gitti. Baltayı aldığı yere bıraktı. Çok korkmuştu ve titriyordu. Aldığı mücevherleri ve kıymetli takıları dışarıda bir yerde saklamayı ihmal etmedi.

“2 gün geçti hala uyanmadı” diye düşünüyordu Üniversite arkadaşı Razumikin. Doktor Zozimov hastalığı atıp kendisine geleceğini söylüyordu. Ama Raskolnikov uyanınca arkadaşını ve doktoru isteksiz bir vaziyette evden kovdu ve dışarı gidip bir bara oturdu. Eski gazeteleri okurken yanına gelen bir polis memuru melenkolik ve deli bir ruh haliyle cinayetten bahsedip, üstü kapalı her şeyi anlattı. Korktuğunu, endişelendiğini hiç hissettirmedi.

Ertesi gün eve geldiğinde annesi ve kız kardeşi Dünya’ nın kendisini beklediklerini gördü. Çocuğun halini gören anne şaşkınlıkla titriyordu. Onu ertesi gün bay Luzbinin geleceği görüşmeye çağırırken korkmuştu. Ertesi gün bay Luzbin onları ziyaret etttiğinde, Raskolnikov haklı çıkmanın gururu ile gülüyordu. Bay Luzbin kız kardeşi çok aşağılamış, onların fakir bir aile olduğunu değerlendirerek fazla istekte bulununca evden kovulmuştu. Hemen ardından Raskolnikov “elveda” diyerek evden ayrıldı. İnanamıyordum. Annesi oğlunun bu tavırla doğrusu ağlamaktan başka yapacak bir şeyleri yoktu. Raskolnikov melenkolik halde evi terkederken her nasılsa arkadaşı Ramuskin’e onları emanet etmeyi de ihmal etmemişti.

Bay Marmeledov’un cenazesi için evine gittiğinde Sonya’da oradaydı Sonya’ya karşı inanılmaz bir his içindeydi. Ailesi için Sonya’nın yaptığı fedekarlık onun gözlerini büyülemişti. Birkaç gün boyunca Sonya’yı düşündü ve fırsat buldukça onunla konuşmaya çalışarak geçirdi vaktini.
Polis memuru porifiri Raskolnikov’un (Mihailovis adında genç biri cinayeti işlediğini itiraf etmiş olmasına rağmen) cinayet işlediğini biliyor ve onun psikolojik durumunu bildiği için, itiraf etmesi için onu sıkıştırıyor ama tutuklamayacağını söylüyordu. Cinayeti işlediğini Sonya’ya itiraf etmişti. Sonya’da Raskolnikov’a “gidip teslim olmasını, yere kapanıp Allah’tan ve insanlardan özür dilemesini” istiyordu.

Sonuç olarak Raskolnikov vicdanının verdiği acıya dayanamayıp suçunu polise itiraf etti. 1.5 yıldır Sibirya’daydı Raskolnikov. Petersburg’ a, Razumukin ve kardeşi Dunya evlenmişlerdi. Mahkeme Raskolnikov’un iyi hali, parayı kullanmadığı, daha önceki yaşamında verimli bir üniversite öğrenimi yaptığı, fedakar kişiliği ve kendi kendine teslim olmasından dolayı, çok az bir cezayla 8 yıl kürek mahkumiyetine çarptırıldı. Raskolnikov’u Sonya her gün ziyaret ediyordu. Sibirya da ailesi ile sürekli mektuplaşan Sonya, Ramuzkin ve Dunya’nın tek haber kaynağıydı. Raskolnikov,Sonya’nın sevgisi ile hayata bağlandı ve geleceğin planlarını beraber hayal etmeye başladılar.

Fyodor Dostoyevski - Suç ve Ceza
Sayfa- 521

Özetleyecek olursam;

Zaman zaman okurken kaybolmuş hissettiğim anlar oldu ama eserin çok usta bir şekilde yazılmış olması…

Dostoyevski’nin güçlü kalemi karakterlerin iç dünyasını size öyle güzel açıyor ki, onları anlayabileceğiniz en iyi şekilde anlayabiliyorsunuz. Kitap karakterlerinin yaşadığı her şeyi sanki kendiniz yaşamış gibi derin bir ilgi ve merak duygusu kabarıyor içinizde. Bir sonraki sayfasına geçmek için sabırsızlanıyor, sıkılmadan okuyabiliyorsunuz. İlk başta kitabın hacmi göz korkutuyor fakat okumaya başladıktan bir müddet sonra bu korkuyu tamamen yok ediyorsunuz.

Muhtemelen kitabı daha önce okumaya kalkışmış bazı insanlardan “Çok sıkıcı, hiçbir şey anlamadım, çok uzun bir roman bitirmezsin..” gibi yorumlar duyacaksınız. Bunlardan da korkmadan ilk sayfaya ulaşmak için kitabın kapağını aralayın.

"MARK WOLYNN - Seninle Başlamadı Kitap İncelemesi"

Bu kadar karmaşık olan bu konuları gayet basit, samimi, etkileyici, ve sıcak bir dille yazması, Mark Wolynn 'un bilgisi karşısındaki ha...

Bu Ay En Çok Okunanlar